ustaçırak

bir sabah beşiktaş - kadıköy vapuruna binip seferler sona erene dek orada eğleşmek istiyorum.. vapur hayatı, istanbulda aşkı yakaladığım ender kültürlerden birisi.. kız kulesinin yanından geçerken şahit olduğum simit ve çay birlikteliğinden aldığım haz, sevgilime aldığım papatyanın kokusu gibi dağılır vücuduma.. çay bütün fedakarlığıyla simit için tüketince kendini, simitten arta kalan aşk kırıntılarını hikayeme eşlik eden martılara fırlatırım.. farklı beklentilerle yola koyulmuş etrafımda kümelenmiş insan yığınıyla denizin ortasında baş başa olma durumu, bende garip bir şekilde empati kurma zorunluluğu doğurur.. evde sıkılan minik kızını gezdirmeye çıkarmış anne olurum ve kadıköyde alacağım pamuk şekerin onu nasıl da sevindireceğini hayal ederek neşelenirim.. işine geç kalmış alnı terli emekçi olurum ve patrona nasıl hesap vereceğimin derdine düşerim.. sevgilisiyle buluşmaya giden saçı jöleli genç olurum ve aldığım şirin defterin onu mutlu edeceğini düşünerek şapşalca sırıtırım.. kulağında kulaklığıyla okul çıkışı evine dönen liseli olurum ve bugün ilk kez gördüğüm, daha adını dahi bilmediğim kıza namzet bir prens olduğuma karar veririm fonda "küçük prens" çalarken.. telefonda kızıyla bağıra çağıra kavga eden kadın olurum ve insanların benim için düşündükleri kötü anne imajı yüzümü kızartır.. üç saatlik "probability" finalinden çıkmış üniversiteli olurum ve dün geceyi ders çalışarak geçirmişliğimin verdiği uykusuzlukla hayvanca esnerim.. en sonunda tüm bu duyguları bir anda yaşamanın verdiği huzurla açarım kitabımı ve dalarım şairler aleminin büyüleyici şatosuna.. işte yine böyle bir vapur maceramda küçük iskender'in şatosunda gezinirken bir şiir çıktı karşıma.. öyle bir şiir ki yakama yapıştı, bırakmadı beni.. ne geri gelebiliyordum ne de az ileri hamle yapabiliyordum.. sayfayı çevirip devam edemedim gezinmeme.. devam edersem eğer, yazılmışa çok büyük ayıp edeceğimin farkındaydım.. ne kadar gün aynı sayfada kaldı kitap arası, hatırlamıyorum doğrusu.. bu şiir benim kutsalım:

"Ölüm mü, ölüm, hayatın gençken çektirdiği yakışıklı resimler
hafif bir gülümseme yerleşmiş mavi taş çeşme gözlerine
içelim, diyor / yağmurun terkettiği manitadır gökyüzü!
Öyle çok ki imgeleri, şaşkınlığa düşüyorum
- Abi, diye fısıldıyorum rakı kadehi kanyonundan,
hiç mi sevdalanmadın sen? Duruyor: Biri vardı elbette, diyor
Sen ortaya bir karışık salata daha söyle, şöyle rast makamı bir salata
Gecenin Orhan'ları, Ferdi'leri, Müslüm'leri gibidir bak yıldızlar!
Sen daha gençsin, çükünden önce sustalı tuttun
bekaret kanından önce haybeci kanı gördün!
Benden sana nasihat oğlum
sevdiğini anladın mı çekip vuracaksın hiç acımadan: Aleme namın,
kullandığın aletin şık ışıltılarıyla çığ gibi bir aşkla inecek!
Dinecek göğsünde dört başı mamur bir şimşek gibi dolanan hiddet!
Sevdiğimin gözleri.. Hükümet gibiydi!
Sevdiğimin elleri.. Anlatsam, ellerinden utanırsın!
Sevdiğimin elleri.. Ellere yağmur olup gitti!
Harcadım Allah seni inandırsın...
Kan ağladım, kan tükürdüm, kan yutkundum günlerce...
Onyıl yattım mapushanelerde, bambaşka alemlerin parlak güvertesinde!
Sen ortaya bir büyük daha söyle, şöyle.. Boş ver lan, ağlama!"

Küçük İskender

2 benim de söyleyeceklerim var:

Travis dedi ki...

küçük işte..

Adsız dedi ki...

iskender candır...

Yorum Gönder

Back to Home Back to Top yağmur sonrası... Theme ligneous by pure-essence.net. Bloggerized by Chica Blogger.