ister beğen ister beğenme, ben üçüncü dünyayım

felsefe dünyasında bilgi problemi descartes'tan beridir temel bir araştırma alanını kapsamaktaydı.. batı’da 1688 burjuva devrimiyle birlikte yeni bir evren ve varlık tasarımı yapıldı.. bu devrimin öncülerinden olan john locke, bilgi teorisini ve bilgi felsefesini bağımsız alanlar üzerine oturtmayı başarmış ilk düşünürdür.. locke’un ayak izlerinde adımlayan david hume ve francis bacon, hayatı ve zamanı sürekli ileriye doğru akan bir ırmak olarak tasvir ettiler ve her varlığın gelişmeye muhtaç olduğu fikrini ortaya attılar.. empirizm olarak adlandırılan bu görüş kapitalizm ile tarihi bir koşutluk içerisindedir. sanayi devrimiyle şekillenmeye başlayan kapitalizm, subjektif materyalizmin de desteğini arkasına alarak modern çağda geniş uygulama alanları bulmaya başladı.. üretim bazlı ekonomik yaşam, tek kutuplu bir dünya görüşü ve yaratıcılıktan yoksun bir insan ırkının oluşmasına zemin hazırladı.. sonuçta, buharlı makinalardan dizel motorlara, daktilolardan bilgisayarlara, optik görüntüden elektronik görüntüye, toplumsal haklardan bireyin dokunulmazlığına geçişin, ilerlemenin kanıtı olarak insanlığa dayatıldığı ve insanlığın farkındalıktan uzak kesiminin de, bunu doğal bir olaymış gibi kabullendiği çağımıza ulaştık..

çağımız bilgi toplumunun aydınları at gözlüğü takmışçasına teknolojiyi yüceltiyorlar. devletlerin kuracağı ileri yöntemlerin bilgiyi etkili bir biçimde kullanan halkların oluşmasına olanak sağlayacağına inananların sayısı almış yürümüş.. bilim ve teknoloji sayesinde insanlığın refah seviyesinin artacağına olan inancın gerekçisi olarak gösterilen huzuru, öncesinde saatlerce çalıştığı kolay bir sınavdan çıkmış öğrencinin içine düştüğü boşluk hissine benzetiyorum ben.. gözümüzü büyüme hırsından arındırıp dünyada olup bitenlere baktığımızda gelişen bilimin sadece belli bir kesime hizmet ettiğini görmekteyiz.. teknolojik liderliği elinde tutan birinci dünya ülkelerinin bütün bilimsel olanaklarını öncelikli olarak askeri faaliyetlerine ayırdıkları gerçeği acımasız bir tokat gibi suratımıza patlamaktadır.. gelişen teknoloji ve bu gelişmenin sonucuna binaen rahat yaşam beklentisine düşmüş masum sivillerin ölüm oranları arasındaki doğru orantıyı görmezden gelen insanın herhangi bir mantıklı açıklaması olamaz.. batı dünyası ülkeleri geliştikçe, hammadde ve pazar cenneti doğu ülkeleri aynı miktarda sefilleşmektedir. insan hukuku ve adaletle örtüşmeyen bu heterojen huzur dağılımı, materyalist düşünüşün insan özünde meydana getirdiği bozukluğun sonucu olarak tezahür etmektedir.. toplumlar artık anlık mutluluklar için benliklerindeki sonsuz öz değerlerini kaybetmekten çekinmez hale gelmişlerdir.. elektronik devrimin özgürlükleri daha fazla etkinleştireceğine olan inanç, teknoloji tapıcılığı o kadar korkunç bir hal almıştır ki; tüm bu uygulamalar, bir uzaylı tarikatının ürkütücü ritüelleri gibidir..

sorgulamadan yaşayan, yeni çıkmış teknolojik bir ürüne herkesten önce sahip olmak için canını dişine takarak çalışan, mutluluklarını eşyalara endeksleyerek tatmin olan bir nesil ile karşı karşıyayız.. modern çağın insanını zamanın süzgecinden geçirdiğimizde karşımıza çıkacak tablo hiç de iç açıcı görünmüyor: insanlık, 20. ve 21. yüzyıldan itibaren, önce televizyon sonra bilgisayar ve en son cep telefonu ekranlarından akan görüntülere maruz bırakılmış bir hayat sürüyor.. ürettiği ürün ile bağı kesilerek tecrit edilen işçinin toplumdan tecriti de yine ürettiği ürünleri kullanarak oluyor.. her yeni çıkan teknolojinin sebep olduğu masrafları ödeyebilmek uğruna sabahtan akşama kadar köle gibi çalışan insan, akşam eve gidince de o teknolojinin kölesi olmaya devam ediyor.. kimisi televizyon karşısında uyuyakalıyor, kimisi konuşmaktan acizmiş gibi can havliyle cep telefonuna yazılı mesajlar tuşluyor, kimisi de bilgisayar başında sanal dünyanın geçici zevkleri peşinde vakit öldürüyor.. ekranda sürekli akan ve asla kalıcı olmayan görüntüler, evlerinin penceresinden izleyebildikleri gerçek hayattan daha çekici geliyor.. oysa ki üç boyutlu dünyada yaşanan gerçekler öz benlikte daha kalıcı etkiler bırakıyor.. teknolojinin yancısı konumundaki insan, şehir yaşamından bunaldığında facebook’taki çiftliğine giderek ineğini sağıyor.. ama o çiftliğin aslını kurmaya gelince her şey zor, çok zor oluyor..

estetiğimiz başkadır bizim.











bütün uzaylılar yalancıdır ve ben bir uzaylıyım..

ademden beridir evrenin büyüklüğü insanoğlunun algılayamadığı bir obsesyon olagelmiştir.. sınırsız olanı sınırlı beyinleriyle anlamaya çabalayan bilim insanları, uzayın üç aşağı beş yukarı 93 milyar ışık yılı genişliğinde olduğunu tahmin etmişler.. şimdi bunun aslında ne demek olduğunu somutlaştırmaya çalışalım:

uzayın karşılıklı iki ucu olduğunu ve bu iki uçta konuşlanmış "aserehe" ve "beserehe" adında iki gezegen olduğunu ve bu iki gezegende iki ayrı uzaylı ırkının yaşadığını ve bu uzaylıların teknoloji ve bilimde süpersonik geliştiklerini varsayalım.. teknoloji ve bilimde o kadar ileri bir seviyede olmuş olsunlar ki birbirlerini teleskoplarla görebiliyor olsunlar.. bir gün aserehe gezegeninden bir uzaylı besereheli bir arkadaşına el hareketi yapmış olsun.. besereheli uzaylı, asereheli arkadaşının yaptığı el hareketini görmek istiyorsa eğer, teleskop başında 93 milyar yıl beklemek zorundadır.. yani besereheli uzaylının o anda teleskopta gördükleri aserehe gezegeninin 93 milyar yıl önceki durumundan başka bir şey değildir.. söz konusu durum-zaman grafiğini düşününce korkmamak elde değil!

aşk meşk, iş güç, küresel ısınma, okul, staj, hatun dırdırı vs. gibi kötümser uğraşlardan canı sıkılan insanın arada kafayı kaldırıp gökyüzüne bakmasında fayda var.. gökyüzünü izlemekten de sıkılıp evreni en ufaktan başlayarak adım adım incelemek isteyenler içinse newsground’da muhteşem bir flash uygulaması mevcut..

Back to Home Back to Top yağmur sonrası... Theme ligneous by pure-essence.net. Bloggerized by Chica Blogger.