she was married to the bosphorus

kırmızı boyalı odada tattığın mum ışığı etkisi yaratan bir brazzaville şarkısı "bosphorus".. hikayenin başrolünde özgecan tapa isminde bir bayan var.. grup, ilk istanbul konseri (8 Temmuz 2005) için geldiğinde tanışmış özgecanla.. david brown'ın anlattığına göre özgecan almanya'ya okumaya gidecekmiş o sıralar.. bunun üzerine david " artık geri dönmezsin almanya'dan, seversin oraları" demiş; özgecan da boğaziçi ile nişanlı olduğunu, nereye giderse gitsin bir gün istanbula geri dönmesi dileğiyle yüzüğünü boğaziçinin sularına bıraktığından bahsetmiş david'e.. david bu hikayeden ilham alarak yazmış bosphorus'u ve özgecan'dan klipte oynama sözü almış.. brazzaville'in tekrar istanbul'a yolu düştüğünde (2 Kasım 2006) de klibi çekmişler..

cashback


yağmur kadın saçıysa damla damla, karlar altında uyuyan boğaziçinin silüeti de kadın vücududur kalbimi titreten estetiğiyle.. beni bu düşünüşlerle karşılayan film, çikolata sadelediğinde izlediğim “cashback”ti.. onur'un “izlemelisin, seversin sen” tavsiyesiyle tanıştığım güzelliklerden birisi cashback.. zaman mekan ilişkisi üzerine kurgulanmış ritüeller postmodern sinema izleyicisinin nazarı dikkatini celbeden bir yönelim.. ülke ergenimizin öpüp başına koyduğu “eternal sunshine of the spotless mind” tarzı filmlerden biliyoruz bunu.. fakat cashback, kendini zaman mekan ilişkisinin alışılagelmiş düzeninin dışına fırlatmışlığının dışında, göze hitap eden sanatsal ve lirik anlatımıyla –eğer illa ki bir sınıflandırma yapılacaksa- sınıfının filmlerinden ayrılan bir sean ellis yapıtı..


zamanı durdurmak mı istersin yoksa geriye almak mı? bu soruya herkes -benim gibi düşünüyorsa şayet- geriye almak diyecektir.. ancak biraz kafa yoracak olursa insan, bunun bir faydası olmayacağının farkındalığına varacaktır.. hayat, biz yolumuzu değiştirsek bile adımlarımızı atacağımız yere engeller koymaya devam edecek.. hiç bir zorlukla karşılaşmadığın bir yaşayışı hayal et: ne kadar yüzeysel!


zamanı geriye alıp, her şeyi yeniden yaşamak arzusunun zihnimde karanlık imgeler uyandırıyor olmasının aksine; hayatın haz aldığım melodik anlarını yavaşlatıp, o anları doyasıya yaşamak güdüsü beni inanılmaz derecede heyecanlandırıyor.. aşk, sadece bazı dönemlerimize eşlik eden bir harmonidir.. kim bu harmoninin çarçabuk kaybolmasını ister ki..

gece uyanmış anneler!


içimizden biri

küçük harf kullanım deklarasyonu!

attila ilhan'ın fransız şair apollinaire’ın şiiriyle tanışması onu imgeye yaklaştırmış ve küçük harfle ve noktalama işareti kullanmadan yazma tekniğini denemesine ön ayak olmuş.. eğer duyduklarım rivayet değilse, ilk gerçeküstücülerin bildirgesi büyük harf kullanılmadan yazılmış.. ayrıca "kızıl ordu fraksiyonu" (filistinle karşılıklı dayanışmaları vardır) adındaki alman grup da metinlerinde hiç büyük harf kullanmazmış.. işte bütün bu aydınlık ve kişisel durumların etkisiyle büyük harf kurallarını yazılarımda bu kurallara tutarlı bir biçimde uymamak yoluyla kullanıyorum.. bütün akşamdan kalmalarıma turgut uyar eşlik ediyor amına kodumunun lakırtılarıyla, umursamıyorum:

"esmer güzeli necla'nın baktıkça 'bayıldım' dediği gökyüzü
işte ben bunu mutlak yazmalıyım dedim
karanlıkta dünyayı bir bir hatırlamak
ben yeter dedikçe şehirlerin güzelleşmesi
bir anda kendi kendime bulduğum mutlu gerçek
bir kadın var beni onun iki eli, iki gözü kurtarır yaşamamaktan
öyle hoşlanırım ki onunla yatmaktan utanırım artık


sabahları acıkmayı ondan öğrendim"

the show must go on

ben freddie mercury, gerçek adım farrokh bulsara'dır... 1946 yılında o zamanlar bir ingiliz kolonisi olan zanzibar adasında doğdum.. atalarım zerdüştmüş.. çocukluğumun büyük bir kısmı hindistan’da geçti.. zanzibar'da çıkan 1964 devrimi nedeniyle, 17 yaşındayken ailemle birlikte ingiltere'ye taşınmak zorunda kaldım.. ve sanat hayatımın renkli dönemleri burada başladı..

kendimi bulduğum gün bir yıldız olduğumu anlamıştım.. şu zamanın o zamandan tek farkı artık bunu diğer insanların da kabullenmiş olduğu gerçeğidir.. ben sadece bir müzik orospusuyum ve bir nergis kadar gayim.. dişlek olmamdan hoşlanmıyorum, onları yaptıracağım.. onun dışında mükemmelim.. ama yine de her sabah uyandığımda ilk yaptığım şey kafamı kaşıyıp bugün kiminle seks yapacağımı düşünmek oluyor.. bok gibi param olmasına rağmen kendimle fazla ilgilenmem, kendimle eğlenmeyi severim, üstüme başıma çok fazla önem vermem, zaten verseydim bunları giyiyor olmazdım.. siz normal insanlar gibi sık sık duş almam, şampuan kullanmam.. saçım çok kirlendiği zaman kafamı ilk bulduğum çeşmenin altına sokar ve kurulanırım..


hayatıma giren üç gerçek aşk vardır: seks, müzik ve mary austin.. iyi bir aşık olabilirim ama tüm bu yaşanmışlıkların nihayetinde kimse için iyi bir partner olamadım.. aşklarım hep tehlikeliydi, fakat kim aşkının güvenli olmasını ister ki.. seks hayatımdaki tercihlerim konusunda yakın arkadaşım elton john beni hiç anlayamayacak.. bütün o orgyleri morgyleri bırakmamı aksi takdirde aidsten öleceğimi düşünüyor.. bu endişelerine gülüp geçiyorum: atın ölümü arpadan olsun canım! goethe’nin faust’unda dediği gibi hakikatin gücüyle yaşarken ben evreni keşfediyorum.. müzik, ruhumun her bir zerresinde yaşadığım tanrı’nın bahşettiği iki mükafattan biridir.. bu sanat öyle girift bir yapıya sahip ki utangaç bir sanat okulu öğrencisini, dünyanın en karizmatik rock yıldızına dönüştürebiliyor.. diğer mükafatım ise mary austin, o yüce kadın.. gözlerinin derinliklerinde haykırışlarımı, tutkularımı, hayallerimi ve ölümü görebildiğim tek insan..


ve ben, soyadı yunan mitolojisinde savaş tanrısı anlamına gelen müzik tanrısı, şu an rio sokaklarında rolls royce arabamla konsere yetişmeye çabalarken onun için gözyaşı döküyorum.. salya sümük bağıra çağıra “love kills” derken aşık olduğum kadının bana kızıp küsmesine lanet ediyorum.. yüz binler beni bekliyor ama ben onların arasına sıkışıp kalmış bir çocuk gibi bunalıyorum.. dünyadaki her şeye sahip olacak gücün olduğu halde hala en yalnız adam olabilirsin.. ve bu yalnızlığın en kötüsüdür..


belki beni kimse anlamayacak, belki arkamdan ahlaksızın tekiydi diyecekler.. hiçbiri umrumda değil.. bana en çok dokunacak olan onca gücüne rağmen bir kadını elinde tutamadı ve onu terk etti demeleri olur.. hiçbir erkeği mary’yi sevdiğim gibi sevemeyeceğim ama onu bırakıyorum.. şimdi konser alanındayım, sahneye çıkıyorum.. yüz binlerin çığlıkları kulağımı çınlatıyor.. ben ve yüz binler bu şarkıyı senin için söylüyoruz mary!


love of my life you've hurt me

you've broken my heart and now you leave me

love of my life can't you see

bring it back…


Back to Home Back to Top yağmur sonrası... Theme ligneous by pure-essence.net. Bloggerized by Chica Blogger.