zap suyunda nilüfer çiçeği..

gözlerimi açtığımda karanlık karşıladı beni.. irkilerek kalktım yatağımdan, pencereye baktım.. yanılmıyordum, düpedüz karanlıktı etraf.. şaşkınlığımdan sıyrılıp insanlar alemine döndüğümde saate bakmayı akıl ettim.. neyse ki akşamdı daha.. gece uyuyup gece uyanmak pokerde açılan son kartla bütün paranı kaybetmek kadar korkutucuydu.. gece sesizliği dinletendi.. gece lanet olası düşüncelerimle taşşak geçtiğim hasmımdı.. gece dallarımın kırıldığı, yapraklarımı toplayacak kimsenin kalmadığı gerçekliğiyle yüzleştiğim sevgilimdi.. bir süre işlerinden veya okullarından evlerine dönen insanların yüzlerini seçmeye çabaladım kirli penceremin ardından.. hayattaki amaçları neydi tek tek hepsinin, merak ediyordum.. en sonunda nereye varmak istiyorlardı? şu an oldukları halleriyle mutlular mıydı? seçimlerini kendi özgür iradeleriyle mi yapmışlardı her zaman? beynimi tırmaladı bunlar.. ılık su iyi gelecekti.. kapının arkasında asılı duran havlumu aldım, duşa girdim.. duş jelimin kokusu ardıç kuşlarının olduğu bir bahçeyi süsleyen hayallerimdeki çiçeklerin kokusuydu o gün.. su altında oyalanmak.. işte bunu seviyordum.. çıktım, saçımı kuruttum.. masamdan iki kitap attım çantaya ve düştüm yollara, amaç gütmeden.. önce karnımı doyuracaktım, sonrası allah kerim..

sokağımın üzerinde bir cafeye girdim.. soya soslu tavuğumun pişmesini beklerken, bir kaç sayfa okurum diye açtım kitabımı.. ama karşıma çıkan ilk cümle beni oyaladı iznime gerek duymadan: "yere düşen kurabiye gibi şehrin gardırobunda dağılmış haldeyim." o an tanıdık bir yüz gelse ve "nasılsın" diye soracak olsa beni bu cümleden daha iyisi tanımlayamazdı.. meğer aynı duyguları başka başka insanlar da yaşıyormuş diye düşünmekten bir kez daha kendimi alamadım.. bir kez daha diyorum çünkü hep bunun farkındalığına varıp sonra da unutuyorum.. herkes kendi yaşantılarını tek ve ulaşılmaz zannediyor.. ya da öyle zannetmek istiyor.. garip!

bu çıkmazlardan kurtulamadığım esnada soya sosuyla kutsanmış tavuğum geldi ve çekip çıkardı beni güzelliğinin hazzıyla.. bir yandan yemini bulmuş balıklar gibi çatallarken tavuklarımı diğer yandan yan masada konuşlanmış sosyalizm muhabbetine kulak misafiri oldum.. düzgün giyinimli karanfilli züppeler, kadavra gibi düşüncüleriyle zihinleri bulayanlar, marx’ın alnına çöreklenmiş ya da bıyıklarında debelenenler... böylelerini gördükçe kıymetimi anlıyorum ama işte bu noktaya üzülmem mi gerekiyor sevinmem mi bir türlü karar veremiyorum..

ekmeğimle soya sosunu sıyırdığım yemeğin o en heyecan verici yerinde telefonum çaldı.. arayan arkadaşım eraydı.. yine kanına girdiği bir hatundan bahsedecek bana dedim telefonu açmadan ve yanılmadım.. şirket olarak düzenledikleri bir akşam yemeğinde tanıştığı ve sonra muhabbeti ilerletip kahve içmeye ikna ettiği bir avdan söz etti durdu.. hatuna söylediği yalanlar muhatabında hüzünlü anılar gibi güzel tatlar bırakmış olmalıydı.. o, zap suyunda bir nilüfer çiçeğiydi kızın gözünde.. "peki ama" dedim "bu yaptığın doğru bir davranış mı eray".. beni ele veren özelliğim devreye girdi: empati kurmuştum hiç görmediğim, tanıdığım birisiyle.. "sevgim acıyor" demiş turgut uyar sigaranın koynuna girdiği bir vakitte.. ya onun da sevgisi acırsaydı! sevgisi acıyan bir turgut uyar bir ben mi vardım şu dünyada? telefonun ucunda unuttuğum arkadaşım, alaycı bir kahkaha attı ve eş seçimi seçmeciliğinin sosyobiyolojik bir açıklamasını getirdi yaptıklarını meşrulaştırır bir dille:

dişi üstün olanı seçiyorsa, erkek de tabi ki dişiyi üstün olduğuna ikna etmeye çalışmalıydı.. dişiyi üstün olduğuna ikna etmekse onu etkilemekle mümkündü.. bunun da iki yolu vardı.. ya gerçekten üstün olmak, ya da bir yolunu bulup karşıdakini kandırmak.. işte insan zekâsı da kandırmaya çalışmak ve kandırılmamaya çalışmak için gelişmişti.. erkek bir yandan diğer erkeklerle üstünlük mücadelesi yaparken bir yandan da kandırmaya çalışmalıydı.. kadın bir yandan üstün erkeklerin üstünlüklerini anlayacak kadar üstün olmaya çalışırken bir yandan da kandırılmamaya çalışırdı çünkü..

bu etkileyici! açıklamasının ardından "hadi, kendine iyi bak dostum" deyip kapattı telefonu eray.. ardından hiçbir şey düşünmedim.. yemeğimi bitirip kitap okumaya koyuldum.. ne kadar geçti bilmiyorum telefonum yeniden çaldı.. akmerkez afm sinemasına normal fiyatından daha ucuz fiyata biletlerinin olduğunu, bunun üzerine avatar filmine gelmek isteyip istemediğimi sorguluyordu karşıdaki ses.. ilk defa üç boyutlu sinema keyfi yaşayacaksanız "avatar" filmi bunun için iyi bir tercihti.. ve kabul ettim..

aradan çok zaman geçmemişti ki akşama doğru sınava yetişmek üzere okulumun yokuşunu indiğim bir zamanda eray yine aradı beni.. olaylar çok farklıydı artık, her şey tersine (eray'a göre) dönmüştü.. zamanında bana anlattığı o hatunla sevgili olmuşlardı ve yeni ayrılmışlardı.. "neden abi?" diye sordum.. "sıkılmış benden." dedi.. sonra ağlamaya başladı.. sınava gireceğim sınıfa yaklaşmıştım.. "boşver be abi ağlama! glass ghost'un güzel bir klibi var, akşam eve gidince atarım sana linkini, izlersin.." dedim başımdan savmak için.. "ne diyorsun dostum kafa mı buluyorsun benle?" diye sordu.. "hassiktir diyorum, hassiktir" dedim, kapattım..

0 benim de söyleyeceklerim var:

Yorum Gönder

Back to Home Back to Top yağmur sonrası... Theme ligneous by pure-essence.net. Bloggerized by Chica Blogger.